Hikayelerimizin Neresindeyiz?

Hastanenin bekleme odasında oturmuş sıramın gelmesini bekliyordum. Ortama uygun olarak bir sürü donuk suratlı oturanlar arasında pembe taytıyla ortalıkta dolaşan küçük bir kız çocuğu vardı. Kimse kimseyle konuşmuyor, herkes ya gazetesinde ya da bekleme sırasındaydı.
O sırada pembe taytlı, sonradan arkadaşım olacak olan küçük kız, pat diye dizlerime yaslanıp ‘’Napıyorsun?’’ diye sordu. Bu soru, o kadar basit ve doğal ama artık tanımadığımız insanlara sormaktan korktuğumuz yasaklı bir kelimeydi ki o an üzerime geçirdiğim kalkanın yıkılmasına yol açacak kadar da sihirliydi.
‘’Hiiç bekliyorum, sen napıyorsun?’’ diye sordum bende. Sanki yıllardır tanışıyorduk. Tabi bu benim büyükler dünyasındaki bakış açımdı. Çocukların dünyasında yıllarca tanışık olmana gerek yoktur. O an aynı ortamdaysak konuşabilmeli, birlikte vakit geçirebilmeliyiz. Bu, bir elma yemek kadar basit ve olağan bir şeydir. Sonrasında bir daha hiç görüşmeyebilir, birbirimizi unutabiliriz. Ama o an o hastanede benim arkadaşım olursun ve bir hikaye paylaşırız. Hayatlarımız da hikayelerimizin toplandığı bir kitap değil mi zaten?
Bir yerde, insan beyninin hafızasının insan kalbinin hafızasından daha unutkan olduğunu okumuştum. O yüzden kalp yaralarımız kapanmaz, kapanır gibi yapar da bir rüzgar eser sızlar.
Okula ilk başladığımız yıllarda başkalarıyla kaynaşmak, aynı okul yolundaysak yol arkadaşı olmak, aynı sıradaysak sıra arkadaşı olmak bu kadar kolayken ne oluyor da büyükler dünyasında aynı doktoru beklerken ‘’Geçmiş olsun, neyiniz var?’’ diye soramıyor insan.
Sosyalleştirmek için onca teşvik ettiğimiz minikleri zaman geçtikçe kimseye güvenmemeleri, kimseyle konuşmamaları konusunda tembihler oluyoruz.
Pembe taytlı küçük kız arkadaşım ‘’Napıyorsun?’’ sorusuyla tüm soruların kapısını açmış oldu kafamda. Ben bunları düşünedururken o bisküvimi paylaştı, büyükler dünyasına geçiş yapmadan önce yapabildiği kadar yeni arkadaşlıklar edinmeye, hayatlarına kaynaşmaya gitti.
Ben, yanımda oturan tanımadığım birine ‘’Napıyorsun?’’ diye soramayan büyükler dünyasından ona bakarken, o çoktan pembe taytıyla bir sonraki arkadaşının hikayesine konu olmaya gitmişti.
Bazen yetişkin olacağız, öyle görüneceğiz diye çok fazla kendi üstümüze gittiğimizi düşünüyorum. Yetişkin bir birey olmak insana kendi kararlarını kendi alabilme hakkını vermesi gerekiyorken bu aldığın kararları nasıl ve ne kadarını uygulaman gerektiğine büyükler dünyası karar veriyor.
Halbuki miniklerin dünyasında dış sesler için oyulmamış oluyor henüz kanallar. Duyabildikleri tek ses kalbinden geçenler. Yani bir nevi açık bir kitap gibi dolaşıyorlar. Zaten tanıdığım en sağlıklı insan, açık bir kitap gibi dolaşanlar. Büyüdükçe kitapları gözümüze hoş görünen kaplamalarla kaplıyoruz, üstlerine görkemli etiketler yapıştırıyoruz. Biz kitaplara ne çok benziyoruz. Tüm bunları güya kitap zarar görmesin diye yapıyoruz. Halbuki kitabın kapağına verdiğin zarar içeriğini değiştirmez, bana kattıklarının değerini düşürmez.

Tıpkı pembe taytlı küçük bir kızın ‘’Napıyorsun?’’ sorusuyla bana kattıkları gibi. Umarım büyüdükçe hikayeler yaratmaya devam edersin küçük kız. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İki Ağacın Hikayesi

Oldum Rengarenk