İki Ağacın Hikayesi

Bu yazı, penceremin önündeki iki ağacın hikayesi. İkisi de yarışır gibi alabildiğine uzamış, yapraklarını saça saça gökyüzünü yarmıştı. Yarışır gibi diyorum çünkü çevredeki diğer ağaçlardan en uzun olanı bu ikisiydi. Gençliklerinde birbirleriyle yarıştıklarını, şimdiyse çok iyi iki dost olduklarını hayal ettim.

Bu iki ağaçtan bir tanesi güneşin her halini çeken bir yerdeydi. Diğeri ise onun hemen yanında ama gölgesini bulmuştu. Güneşin her haline katlanan ağaç belli bir zaman sonra yapraklarını kızarttı. Bir bakana kendini bir daha baktırdı. Rüzgar estikçe kırmızı-turuncu yaprakları gözlerime şenlik, kalemime de bu yazıyı oluşturdu. Her gün geçerken ‘’ne güzelsin’’ der oldum ona. Tabi gölgedeki ağacın güneşi yoktu, yapraklarını kimse kızartmadı, bir bakana bir daha baktırmadı. Bana da küsmedi. Benden daha fazlasını biliyordu çünkü.

İnsanlar da böyledir. Bilen insan kolayca anlar halden. Anladığına da ne küsersin ne de kızarsın.
Gölgedeki ağaç da biliyordu işte. O yüzden güneşi gören ağacın yaprakları zamanla sararıp solduğunda, çıtır çıtır olup toprağa konduğunda ne sevindi ne böbürlendi. Yine biliyordu bir şeyler belli.

Zaman geçti, güneşi gören ağaç tüm yapraklarıyla vedalaşmıştı. Kendini bildi bileli daha fidanken güneş tarafından şımartılarak büyümüştü. O yüzdendi güneşe zaafı soğuya dayanıksızlığı. Anlayınca güneşin gitmekliğini, sonbaharını kış eyledi erkenden. Ne gölgedeki ağaca öykündü ne bana darıldı. İnsanoğlu ağacı seviyorum diyip yaprağına kanar biliyordu. Zaten derdi güneşleydi, dermanı da güneşteydi.

Sonra zaman yine geçti, kış bizim kapımıza ağaçların da köklerine geldi. Gölgedeki ağacın da yapraklarının gitme vakti geldi. Ne üzüldü ne sevindi. Sadece zamanı geldi. Sonra iki ağacın neden çok iyi dost oldukları aklıma geldi.

Çok sevdiğim Leonard Cohen’in ağaçların mevsimleri gibi insanların mevsimlerini açıkladığı bir sözü vardır; ‘’Hepimiz acıklı şarkıyı severiz. Herkes yenilgiyi tadar. Kimsenin tam istediği gibi bir hayatı olmaz. Hepimiz sahnenin ortasında kendi kahramanımız olarak role başlarız ve zamanla kenara itiliriz. Kahramanımız yenilir, hikaye değişir, tepetaklak olur ve biz bir kenarda artık neden bize rol verilmediğini merak ederiz. Hatta neden rol istemediğimizi. Herkes bunu yaşar ve bu bize bir şarkının tatlı kaşığıyla verildiğinde kalpten kalbe bir yol açılır. Daha az dışlanmış hissederiz. İşte herkes gibi bu olup biten lanet olası şeyin, bu zincirin parçasıyız deriz. Herkes yeniliyordur.’’


O, çoktan insanların mevsimlerinde bir ağaç gibi yaşamış ki bu incilerini dökmüştü. Bir ağaç kadar olamayız ama bir ağaç gibi olabiliriz. Ağaç gibi yaşayabilmeniz dileğiyle.  

Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hikayelerimizin Neresindeyiz?

Oldum Rengarenk