Oldum Rengarenk


Kızla çocuk metronun merdivenlerinden dışarıya doğru çıkıyorlardı. Çocuk, montunun önünü kapatmak için kafasını eğdi. O minicik bir saniyede eğilirken kızın da montunun önünü gözleriyle kontrol etti. Minicik bir saniyeydi ama aşık olmak için yeterdi. O ana aşık oldum bende..

Scientific American dergisindeki bir yazıya göre, insan zihni bu anda durmaya tasarlı değilmiş. Şimdi kızla çocuktan bilime nereden geldik değil mi? Anlamaya çalışıyorum sadece. Neden sürekli bir saat sonrasını düşündüğümü. Neden yediğim yemeğin, yanımdaki mor kürklü kadının farkına varmadan dünü düşündüğümü. Merak ediyorum, anlamaya çalışıyorum işte. Tıpkı Karamazov Kardeşler’de Dostoyevski’nin dediği gibi; ‘’Evet derin, gereğinden çok derin bir yaratıktır insan, ben olsam bu kadar derin yaratmazdım onu.’’

Bende, şu anda kalamama, anı yaşayamama sorununa taktım bu aralar. Bilimsel bir açıklamasını bulmuştum ama neden şansımı denemeyeyim. İnsan her fikrinin kapısına ayağını koymalı, içeri rüzgar girmeli, koridordan ışık girmeli.

Yoganın yaşadığın anda kalabilmene yardımcı olduğunu okumuştum. Günün sonunda tüm yaşadıklarımı henüz taslak halindeki hızlıca not alınmış yazılar bütünü olarak görüyorum. Yaşanırken yazılmış, üstüne hiç düşünülmemiş, bazılarının üstü karalanmış bir doktor yazısı gibi. Sonra yoga seansında o sayfayı çeviriyorum. Karşımda bomboş tertemiz bir sayfa buluyorum. Ama hiçbir şey yazmıyorum. Çünkü tüm seans boyunca o sayfayı çevirmeye çalışıyorum. Bunu da o gün yaşadıklarımı, yarın yaşayacaklarımı tamamen düşünmemeye çalışarak yapıyorum. Kalp atışını dinlemeye çalışmak sana çok yardımcı oluyor. Ne güzel bir vücudun var değil mi? Sen kafandakileri ağır çekime almışken o nasıl tüm canlılığıyla hareket halinde. Hayat veriyor. Aslında bu yeni dünya kafanın içindekilerle seni o kadar meşgul ediyor ki vücuduna bir teşekkürü dahi unutuyor insan. Bu nedenle her seansı kendine teşekkür ederek bitiriyorsun.

Yogadan sonra çevirdiğim bembeyaz sayfada bu sefer özenli bir yazıyla, renkli kalemlerle temize geçiriyorum yaşananları.

Tabi tüm bu mükemmellik tablosunu her seansta yaşayabilmen mümkün değil. Bazen de ne kadar konsantre olursan ol orada olamıyorsun. Ya bir gün öncesindesin ya on gün sonrasında oluyorsun. O zaman da bunu kabullenmeye çalışıyorsun. Defterinin her sayfası renkli kalemlerle inci gibi yazılarla olmaz diyorsun. Bazı sayfalar bir nefeste yazılmış gibi karalanmış kalacak. Olsun demeyi öğreniyorsun.

Hep anda kalarak yaşayamıyor insan. Ama hayatın anlar bütünü olduğunu da kızla çocuğun anında anlamıştım. Bu tür anları hayatta ne kadar çok yakalayabilirsek o kadar yaşayabiliyoruz.
Tıpkı James Joyce’un Ulysses romanında dediği gibi; ‘’Küçük bir dal parçası yapışmıştı eteğine zira ağaçlar bile aşıktı ona.’’ O da benim gibi anda kalıp aşık olmuştu işte. Ya da ben James Joyce’u okuyup ana aşık olmayı öğrenmiştim.

Bu tıpkı göldeki en renkli balıkları tutmaya çalışmaya benziyor. Sonra onlar hayat akvaryumunda rengarenk bir bütün oluşturuyor.

Renkli balıklarınızın çok olması dileğiyle!

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hikayelerimizin Neresindeyiz?

İki Ağacın Hikayesi